Ekonomik veriler, çoğu zaman kuru istatistikler gibi görünür. Oysa onlar, toplumun ruh halini, davranışlarını ve hatta kültürel reflekslerini şekillendiren bir aynadır. TÜİK’in Eylül 2025 verileriyle ortaya çıkan tablo — yıllık %33,29, aylık %3,23 enflasyon — yalnızca fiyat artışlarını değil, toplumsal çözülmeyi de görünür kılıyor. Artık mesele, cebimizdeki para değil; kültürel genlerimizdeki sarsıntıdır.
Bir zamanlar Türk toplumunda misafirperverlik, bir yaşam biçimiydi. “Tanrı misafiri” kavramı, sadece dilimize değil, değerlerimize işlemişti. Bugünse gıda fiyatlarında yıllık %36,06, konutta %51,36’lık artış, bu kadim geleneği sessizce öldürüyor. Ev sahipliği artık paylaşım değil, masraf demek. Eskiden “bir çayımızı iç” denilen samimi çağrı, bugün “elektrik, su, kahve fiyatı” hesabına dönüşmüş durumda. İnsanlar, misafir ağırlamayı değil, bütçesini savunmayı düşünüyor. Enflasyon, sadece bir ekonomik kavram olmaktan çıkıp toplumsal ilişkilerin görünmez düşmanına dönüşüyor.
Aynı kırılmayı düğünlerde de görmek mümkün. Çeyrek altın 8.792 TL’ye çıkınca, insanlar artık davetiyeyi “masraf bildirimi” gibi algılıyor. Eskiden çeyrek altın takmak ayıp sayılırdı, şimdi düğüne gitmek cesaret istiyor. Bir metal parçasının fiyatı, sosyal katılımın maliyetine dönüştü. İnsanlar, “gitmezsem ayıp olur” yerine, “gidersem bütçem sarsılır” kaygısını taşıyor. Sosyal bağların kurulduğu en önemli ritüellerden biri, artık sessiz bir sınıf ayrımına dönüşüyor. Düğün salonları boşaldıkça, toplum da kendi içinden soyutlanıyor.
Dışarıda yemek yemek de bir zamanlar küçük bir keyifti. Orta sınıf aileler için haftasonu kahvaltısı, akşam dışarıda yemek, hayatın nefes alma alanıydı. Ulaştırma maliyetlerindeki %25,30’luk artış ve gıda enflasyonu bu alışkanlıkları da bitirdi. Restoran masası artık bir sosyalleşme alanı değil, lüks tüketim göstergesi. Bu yalnızca hizmet sektörünün krizi değil; aynı zamanda kentli yaşam kültürünün erozyonudur. İnsanlar evde kalıyor, sokaklar sessizleşiyor, şehirlerin ritmi düşüyor.
Eylül 2025 verileri bize, gıdanın enflasyona %8,60, konutun %7,85, ulaştırmanın %4,15 katkı verdiğini söylüyor. Fakat bu oranlar yalnızca tablo satırlarında kalmıyor. Onlar, misafirlikten düğünlere, sofradan sokağa kadar uzanan bir kültürel çözülmenin rakamsal izdüşümüdür. Ekonomik krizler geçicidir; ama değer kaybı kalıcıdır.
Politika yapıcıların görmesi gereken şey, bu verilerin yalnızca bütçe disipliniyle ilgili olmadığıdır. Bu tablo, toplumun dokusunda alarm veren bir titreşimdir. Enflasyonla mücadele, yalnızca fiyat istikrarı için değil; kültürel istikrar için de gereklidir. Çünkü rakamlar düzelir, ama misafirlik duygusu bir kez kayboldu mu, hiçbir istatistik onu geri getiremez.