Bankalararası Kart Merkezi’nin (BKM) verilerine bakınca tablo gayet “doyurucu” görünüyor: 2016’nın ilk üç ayında yabancı kartlarla yapılan toplam harcama 3,1 milyar TL iken 2025’in aynı döneminde 206,9 milyar TL’ye fırlamış. İştah kabartan bu rakam, ülkenin dört bir yanındaki POS cihazlarını tam anlamıyla ziyafete boğmuş durumda. Fakat işin özüne, yani turistin gerçek “kalori” hesabına girince porsiyon bir anda küçülüyor. 2016’da alışveriş başına ortalama 140 dolar bırakan turist, 2025’te tabağına yalnızca 124 dolar koymuş. Aynı menü euro ile servis edildiğinde de durum farklı değil: 129 euro’dan 115 euro’ya düşüş var.

Özetle, TL bazında sofralar donatılmış ama döviz tarafında “diyet menüsü” yürürlükte. Turist, kur etkisiyle lokantada rakı-balık menüsünü hâlâ görece uygun buluyor, ancak dolarla hesap yapınca mezeyi ortak söylemenin önemini hatırlıyor.

Kur artışı, Türkiye’yi yabancıya hem “ucuz TL cenneti” hem de “pahalı döviz parkuru”na dönüştürdü. 10 euro bozdurup Kapalıçarşı’dan çıkan turist, birkaç sene önce kapıya kadar taksi çağırırken şimdi tramvay kartını dolduruyor; çünkü 10 euro hâlâ 10 euro, ama TL karşılığı bugün tüm limonataları kabak tatlısıyla birlikte getirtecek seviyeye gelmiş durumda.

Nakit cephesinde de sahnede dramatik bir karakter değişimi izliyoruz: 2016’da yabancı, ATM’den ortalama 576 TL (o zamanki 192 dolar) çekerken 2025 Mart’ında 5 556 TL (yaklaşık 150 dolar) çekmiş. Rakam TL’de patlamış, dövizde patates olmuş. Pandemi sonrası “temassız” alışkanlıklar derken turistin ATM’ye dokunma motivasyonu da azalmış; nakit çekim adedi düşerken TL tutarı kur şişkinliğini yansıtmış.

Son dokuz yılda Türkiye’nin enflasyon dalgasına alışkın yerli tüketici, “bugün al, yarın zamlanır” refleksini turistten önce çözmüştü. Şimdi benzer paniği yabancılar da hissediyor: Dönerin yanındaki ayranın bile “güncel kur” sebebiyle üst segment bir şarap tadım menüsüne dönüştüğü anları Instagram’da hikâyeleştiriyorlar.

Bir yandan da “Türk Lirası’na geçmenin dayanılmaz hafifliği”ni keşfeden turist, döviz bürosundan top gibi çıkan banknotlarla Kapalıçarşı’ya giriyor; fakat dönerken çantasında sadece magnet ve su böreği kokusu kalıyor. Sonuçta TL rakamlar uçuşurken döviz cinsinden hesap gittikçe inceliyor. Türkiye’de “harcama enflasyonu”, McDonald’s menüsünün Avrupa fiyatına nazaran hâlâ daha ucuz kalmasını garanti ediyor belki, ama alınan kalori turistin bütçe tablosunda kilo yapmıyor.

Turist “TL’ye doyduk, dolara doyamadık” diye gezerken Türkiye ekonomisi bu paradoksun iki ucundan da nasipleniyor. Harcamadaki TL rekoru, hizmet sektörüne moral aşılıyor; otelci, restorancı kasa saymayı seviyor. Döviz bazlı düşüş ise ihracatçının maruz kaldığı kur baskısını anımsatıyor: İçeride fiyatlar tırmanırken dışarıdan bakınca hâlâ “ucuz hedef” algısının erimeye başlaması tehlikesi var.

Yani ortada bir “İstanbul Sözleşmesi” tadında çift taraflı vaad var: Turist az dolarla çok TL harcıyor, biz de çok TL kazandık sanıyoruz. Fakat döviz kazancımızın gramajı düşük çıktığı için kasada kalan “net kalori”yi hesaplamak şart. Aksi hâlde TL rekoru alkış tutarken döviz diyeti sürerken, ülke ekonomisi sağlıksız bir “fast‑food” döngüsüne girebilir.

Hikâyenin özeti şu: Türkiye, yabancıya hâlâ leziz bir masada “all‑inclusive” görünse de menüdeki döviz fiyat etiketi kabardıkça porsiyonlar inceliyor. Kartlar şenlikte, dövizler diyette; ama faturayı nihayetinde yine ekonomik dengeler ödüyor. Turist mutlu mu? TL hesabıyla kesinlikle; çünkü tulum peynirli gözleme hâlâ 5 euro. Biz mutlu muyuz? Cevap kuru ekmekle pahalı roka arasındaki farkta saklı.

Bakalım yılın ikinci yarısında kurdaki “baharat” ne tadında olacak: Döviz biraz yumuşar, turist yeniden 140 dolarlık ortalamaya çıkar mı, yoksa menüde “önce zamlara, sonra porsiyona” notu mu görürüz? Ekonomi mutfağında şefler hâlâ tarif değiştiriyor, biz de afiyetle izliyoruz.