Türkiye'nin boşanma haritasına baktığımızda, rakamların ötesinde insan hikayeleriyle karşılaşıyoruz. TÜİK'in son verileri, 2024 yılında boşanma oranının binde 2.19'a yükseldiğini gösteriyor. Bu, Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesi. Ancak bu soğuk rakamların ardında, evlilik kurumunun dönüşümüne dair çok daha derin bir hikaye yatıyor.

Bir zamanlar "ölüm bizi ayırıncaya kadar" diye başlayan nikah törenleri, artık ortalama 8-10 yıl sürüyor. Daha da çarpıcı olan, boşanmaların %33.7'sinin evliliğin ilk beş yılında gerçekleşmesi. Sanki modern hayatın hızına ayak uydurmaya çalışan aşk da aynı tempoda tükeniyor. İstanbul'da bir aile mahkemesinde görev yapan hakim, "Artık 25. evlilik yıl dönümü kartları yerine, 25 aylık evlilikleri kutlayan çiftler görüyoruz" diyor.

Ekonomik krizin aile hayatına etkisi ise yadsınamaz. Enflasyonun %60'ları aştığı, asgari ücretle geçinmenin neredeyse imkansız hale geldiği bir dönemde, aşk da lüks tüketim haline geliyor. Kira derdi, faturalar, okul masrafları derken, çiftler birbirlerine ayıracak ne zaman ne de enerji bulabiliyor. Sosyologlar, ekonomik istikrarsızlığın boşanmaları %40 oranında artırdığını belirtiyor.

Kadınların eğitim seviyesinin yükselmesi ve iş hayatında daha fazla yer alması, geleneksel aile yapısını kökten değiştiriyor. 2002'de boşanan kadınların sadece %18'i üniversite mezunuyken, bu oran 2024'te %47'ye yükselmiş durumda. Ekonomik özgürlüğünü kazanan kadınlar, "ne pahasına olursa olsun evliliği sürdürme" anlayışını terk ediyor.

Sosyal medyanın ilişkilere etkisi ise tam bir paradoks. Bir yandan sevgililer gününde binlerce "mükemmel çift" fotoğrafı görürken, diğer yanda bu mükemmellik takıntısının gerçek ilişkileri nasıl tükettiğine şahit oluyoruz. Psikologlar, "instagram etkisi" dedikleri bu durumun, çiftler arasında doyumsuzluk yarattığını ve boşanmaları %15-20 oranında artırdığını belirtiyor.

Boşanmaların en acı yüzü ise çocuklar. 2024'te 186.536 çocuk boşanma sürecinden etkilendi. Uzmanlar, bu çocukların %40'ının depresyon ve anksiyete riski taşıdığını söylüyor. Velayetin %74.4 oranında anneye verilmesi ise babaların çocuk yetiştirmedeki rolünü tartışmaya açıyor.

Evlenme yaşının yükselmesi (erkeklerde 28.3, kadınlarda 25.8) aslında daha olgun kararlar verildiği izlenimini verse de, pratikte durum farklı. Gençler evliliği artık hayatın doğal bir süreci olarak değil, bilinçli bir tercih olarak görüyor. Ancak bu bilinçlilik, beklentileri de beraberinde getiriyor.

Peki çözüm ne? Belki de okullarda "ilişki okuryazarlığı" dersleri vermeliyiz. Belki de evlilik öncesi zorunlu danışmanlık seansları koymalıyız. Ama belki de önce şu soruyu sormalıyız: Modern hayatın hızına yetişmeye çalışırken, aşkı neden kaybediyoruz?

Son olarak şunu söyleyebiliriz: Evlilikler kısalıyor olabilir, ama belki de bu, daha sağlıklı ilişkiler kurmamız için bir fırsattır. Önemli olan, rakamların bize gösterdiği bu gerçekle yüzleşmek ve ilişkilerimizi yeniden düşünmektir.

Dipnot: Bir toplumun sağlığı, ailelerinin sağlığıyla ölçülür. Bu rakamlar bize sadece boşanma oranlarını değil, değişen toplumsal dokumuzu anlatıyor. Dinlemeyi bilmeliyiz.