Çin hükümetinin Tayvan meselesindeki son açıklamaları, sadece bölgesel değil, küresel bir gündem maddesi haline gelmiş durumda. Çarşamba günü yapılan açıklamada, Çin'in Tayvan'ı kontrolü altına almak için güç kullanma seçeneğinden vazgeçmeyeceği belirtildi. Bu durum, Pekin'in "barışçıl birlik" adı altında aslında ne kadar çelişkili bir tutum içinde olduğunu gözler önüne seriyor. İronik bir şekilde, Çin hükümeti, bu tehditkar duruşunu, dış müdahaleye ve adadaki az sayıdaki ayrılıkçılara karşı bir önlem olarak sunuyor.

Bu açıklama, Tayvan'ın demokratik olarak seçilmiş hükümetinin Pekin'in egemenlik iddialarını reddetmesiyle daha da karmaşık bir hal alıyor. Çin'in, Tayvan'ın defalarca yaptığı diyalog tekliflerini reddetmesi, Pekin'in barış ve diyalog söylemlerinin altındaki gerçek niyetleri sorgulanır hale getiriyor. Burada belirgin bir çelişki var: Çin, barışçıl birlikten bahsederken aynı zamanda şiddet tehdidini de masadan kaldırmıyor.

Son seçimlerde Tayvan halkının, Çin tarafından tehlikeli bir ayrılıkçı olarak görülen Lai Ching-ti'yi başkan olarak seçmesi, adanın bağımsızlık ve demokrasi yönündeki kararlı tutumunu gösteriyor. Çin'in bu durumu, Tayvan'ın Çin toprağı olduğu ve birleşik bir geleceğe sahip olacağı şeklinde yorumlaması, Tayvan halkının iradesini görmezden gelmek anlamına geliyor.

Çin'in Tayvan İşleri Ofisi'nin sözcüsü Chen Binhua'nın açıklamaları da dikkat çekici. Chen, güç kullanımının sadece dış güçlere ve ayrılıkçılara yönelik olduğunu iddia ediyor. Ancak bu, Tayvan'daki genel kamuoyunun barış, değişim ve demokratik değerlere olan bağlılığını göz ardı ediyor. Chen'in, Demokratik İlerici Parti'nin devrilmesi gerektiği yönündeki açıklamaları, Çin'in Tayvan'ın iç işlerine müdahale etme arzusunu açıkça ortaya koyuyor.

Chen'in, Tayvan'ın yeni seçilen başkanını ayrılıkçı ve barışa tehdit olarak nitelendirmesi ve görüşmeler için Tayvan'ın "tek Çin" politikasını kabul etmesi gerektiğini belirtmesi, Çin'in diyalog ve uzlaşma yolundaki katı şartlarını yansıtıyor. Bu durum, Tayvan'ın egemenliğine ve halkının iradesine saygı göstermeme eğilimini gösteriyor.

Çin'in Tayvan politikasının en çarpıcı yanı, barış ve birleşme söylemleriyle şiddet tehdidini bir arada sunması. Bu, sadece Tayvan Boğazı'ndaki durumu değil, aynı zamanda geniş Asya-Pasifik bölgesinin güvenlik ve istikrarını da tehlikeye atıyor. Çin'in bu politikasının temelinde, kendi egemenlik iddialarını her şeyin üzerinde tutma anlayışı yatıyor. Ancak bu yaklaşım, uluslararası hukukun temel prensiplerine ve bölgesel halkların kendi kaderini tayin etme haklarına aykırı.

Tayvan'ın demokratik olarak seçilmiş hükümetinin ve halkının iradesi, Çin'in baskıcı tutumuna karşı önemli bir direnç gösteriyor. Tayvan halkının seçim sonuçları, adanın demokratik değerlere ve özgürlüğe olan bağlılığını net bir şekilde ortaya koyuyor. Çin'in bu iradeyi yok sayarak tek taraflı bir politika izlemesi, uluslararası toplumda meşruiyetini zayıflatıyor ve bölgesel istikrarsızlığı artırıyor.

Sonuç olarak, Çin hükümetinin Tayvan politikası, barış ve istikrar vaatleriyle çelişen agresif bir yaklaşım sergiliyor.Yaşanan durum, hem Tayvan Boğazı'nda hem de geniş Asya-Pasifik bölgesinde gerilimi artırıyor. Çin'in bu yaklaşımı, uluslararası normlara ve bölgesel halkların kendi kaderini tayin etme haklarına saygı göstermekten uzak duruyor. Tayvan'ın geleceği, sadece adanın halkı tarafından belirlenmeli, ve uluslararası toplumun bu sürece saygı göstermesi gerekmektedir. Çin'in bu konudaki tutumu, sadece kendi iç politikasının bir yansıması olmamalı, aynı zamanda bölgesel ve küresel barışın korunmasına katkıda bulunmalıdır.