Dünya gazetesi yazarı Burcu Kösem'in dikkat çekici bir analizinde, Çin'in elektrikli araç (EV) pazarındaki hızlı yükselişi ve Çin malı araçlara yönelik artan uluslararası talebi karşılama konusundaki zorluklar derinlemesine inceleniyor. Kösem'in içgörüleri, Çin'in stratejik ilerlemelerine ve elektrikli araç sektöründeki hakimiyetinin küresel etkilerine geniş bir bakış sunuyor.
Burcu Kösem, son köşe yazısında global otomotiv endüstrisinin önemli ancak sıkça göz ardı edilen bir yönüne dikkat çekiyor. Çin'de üretilen elektrikli araçlara (EV) yönelik artan talep, küresel piyasa dinamiklerinde belirgin bir değişime işaret ediyor.
Uluslararası Enerji Ajansı'nın (IEA) "Global EV Outlook 2023" raporuna göre, 2022'de %18 pazar payı ile pazarda lider konumda olan Çin'in BYD markası, Tesla ve Volkswagen gibi devleri geride bırakıyor. BYD'nin bu dikkat çekici büyüme yolculuğu, sadece bir yıl önce, 2021'de Tesla ve Volkswagen'in ardından %9 pay ile üçüncü sırada yer alırken, nasıl bir lider konuma ulaştığının altını çiziyor.
Kösem, BYD'nin CEO'su Wang Chuanfu'nun hikayesine odaklanarak, şirketin nasıl küresel bir lider haline geldiğini anlatıyor. Wang, Çin'in en fakir bölgelerinden birinde doğmuş ve mühendislik ile fiziksel kimya okumuştur. 1995 yılında kuzeni ile birlikte BYD'yi kurmuş ve şirket, akıllı telefonlar, laptoplar ve diğer elektronik cihazlarda kullanılan şarj edilebilir bataryalarla ün kazanmıştır. Daha sonra ise zor durumda olan bir otomobil şirketini satın alarak, 2003'te hükümetin yeşil sübvansiyonları sayesinde elektrikli otomobil üretimine başlamışlardır.
BYD'nin gelişim yolculuğunun temel stratejisi, elektrikli bir arabanın en önemli girdisi olan batarya yapımına odaklanmak olmuştur. Bu strateji sayesinde şirket, pazarda lider konuma erişmiştir.
Kösem, Çin otomotiv sektörünün geneline baktığında, durumun farklı olmadığını belirtiyor. Çin, hem içten yanmalı klasik benzinli otomobil pazarında hem de elektrikli araç pazarında küresel pazar payını ele geçirmiş durumda. Ülkede elektrikli araçlara olan ilginin artması ve fazladan üretilen klasik tarz arabaların çok uygun fiyatlarla belli bölgelere satılması, Çin'in stratejisini açıklıyor.
Ancak Kösem, bu başarı hikayesinin arkasında önemli bir lojistik engel olduğunu da vurguluyor: Çin'de üretilen ucuz araçlara yönelik denizaşırı talebin o kadar büyük olduğunu ve yurt dışına daha fazla satış yapmanın önündeki en büyük engelin, bunları taşıyacak özel gemilerin bulunmaması olduğunu belirtiyor. En çok araç satışı yapılan ülkeler arasında Rusya, Güneydoğu Asya, Avustralya, Güney Amerika ve Meksika'nın öne çıktığını, ABD'ye ise Trump döneminde konulan ilave gümrük vergisi nedeniyle giriş yapılamadığını anlatıyor. Avrupa pazarında atılım yapmak için dev yüzer otopark biçiminde gemilerden oluşan bir filo inşasına başlandığının altını çiziyor.
Kösem, Çin'in EV ve pil üretimindeki hakimiyetinin yanı sıra, önemli girdiler olan dünyadaki lityum, kobalt ve grafitin yarısından fazlasını işleme konumunda olduğunu belirtiyor. Bu rekabet karşısında ABD ve Avrupa'nın tutumunu da değerlendiriyor. ABD'nin Trump döneminde konulan gümrük vergilerine ek olarak, pil materyallerinin Çin tarafından tedarik edilmesini engellemek için yeni önlemler aldığını, Avrupa'nın ise Çin'in acımasız rekabetinden kaçınmak için Çinli firmalara ortak olmayı tercih ettiğini anlatıyor.
Kösem'in analizi, Çin'in elektrikli araç pazarındaki stratejik hamlelerinin ve küresel rekabet üzerindeki etkilerinin kapsamlı bir değerlendirmesini sunuyor. Çin'in bu sektördeki liderliğinin sadece teknolojik ve ekonomik bir başarı olmadığını, aynı zamanda küresel otomotiv endüstrisindeki güç dengelerini değiştiren bir faktör olduğunu vurguluyor. Kösem'in yazısı, okuyuculara Çin'in elektrikli araç pazarındaki etkisini ve bu durumun dünya genelindeki otomotiv sektörüne olan etkilerini derinlemesine anlamaları için değerli bir kaynak sunuyor.